içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

1 Mayıs: Emeğin Tarihi, Sınıfın Yarınıdır

1 Mayıs yalnızca bir tarih değil, bir haykırıştır. Emekçi halkın bir araya gelişi, kendi sesini kurması, kendi yolunu çizmesidir. Sınıfın tarihini yazanların, alın terini taşıyanların günüdür. Sömürüye, eşitsizliğe ve baskıya karşı yükselen bir ses, milyonların ortak onurudur. 1 Mayıs, boyun eğmeyenlerin, diz çökmeden yürüyenlerin, korkmadan konuşanların günüdür.

 

19.    yüzyılda kapitalizmin merkezinde, Sanayi Devrimi’nin göbeğinde, Amerika’da milyonlarca işçi insanlık dışı koşullarda çalıştırılıyordu. Günde 16 saate varan işgünleri, iş cinayetleri, çocuk işçiliği, barınma ve beslenme sorunları… Yaşamak değil, hayatta kalmak bile zordu. Bu düzene karşı 1886’da Şikago’da başlayan mücadelede işçiler “sekiz saatlik işgünü” talebiyle greve çıktı. 1 Mayıs’ta başlayan eylemler, 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda patlayan bir bomba ve ardından gelen yargısız infazlarla bastırılmak istendi. Ancak o meydanda dökülen kan yalnızca kaldırıma değil, dünya tarihine yazıldı.

 

1889’da II. Enternasyonal’de alınan kararla 1 Mayıs, dünya işçilerinin ortak mücadele günü ilan edildi. Fransa’dan Almanya’ya, Arjantin’den Hindistan’a, İtalya’dan İran’a kadar her yerde emekçiler bu günü sahiplendi. İş saatinin sınırlandırılması, sendikal haklar, kadın işçilerin eşit ücreti, çocuk işçiliğinin son bulması gibi talepler bu günün gündemleri haline geldi. Ancak hiçbir ülke bu mücadeleyi kolay teslim etmedi. Her yerde grev yasakları, tutuklamalar, yasalarla sınıf hafızasının silinmeye çalışılması görüldü. 1 Mayıs, yasaklarla, baskılarla, kurşunlarla yoğrulmuş bir sınıf anıtı oldu.

 

Türkiye’de bu tarih ilk kez 1909’da Üsküp’te kutlandı. 1912’de İstanbul’da yapılan yürüyüş, işçilerin kendi sesini örgütlü biçimde duyurduğu ilk örneklerden biri oldu. Ancak Osmanlı’da yasakçı siyaset anlayışı bu günü bastırmak için tüm araçlara başvurdu ve 1 Mayıs’ı yasakladı. Meydanlar işçilere kapatıldı, sınıfın hafızası bastırılmak istendi.

 

1976’da DİSK’in çağrısıyla Taksim Meydanı’na yüz binlerce işçi aktı. Bu yürüyüş yalnızca bir sendikal gösteri değil, sermayeye karşı sınıfın açık iradesiydi. 1977’de, aynı meydanda bu irade hedef alındı. O gün, etrafı önceden boşaltılmış binalardan açılan ateş sonucu çok sayıda insan katledildi, yüzlercesi yaralandı. Alanın çıkışları kapatılmıştı, kaçanlar ezildi. Tetiği çeken eller bilinmekteydi, ama yargılanmadı. Çünkü bu olay bir kaza değil, örgütlü işçi sınıfına karşı örgütlü bir saldırıydı. 1 Mayıs 1977 yalnızca bir katliam değil, burjuvazinin örgütlü halktan duyduğu korkunun fotoğrafıdır.

 

1980 darbesiyle birlikte 1 Mayıs yeniden yasaklandı. Tüm grevler durduruldu, sendikalar kapatıldı, işçiler fişlendi. Taksim yalnızca işçilere değil, halka da kapatıldı. 1987’de başlayan yeni dönemde, polis barikatları, coplar, gözaltılar, sürüklenen pankartlar 1 Mayıs’ın yeni görüntüsüne dönüştü. Ama bu tarih yasakla silinmedi, baskıyla unutulmadı. Çünkü 1 Mayıs bir gün değil, bir sınıf hafızasıdır. Ve her yasakla, her baskıyla daha da güçlendi.

 

Bugün ise 1 Mayıs’ın gündemi yalnızca sekiz saatlik işgünü talebiyle sınırlı değil. Bugün milyonlarca insan açlık sınırında yaşıyor. Kira ödemek, temel gıdaya ulaşmak, sağlıklı barınmak giderek lüks haline geliyor. İşsizlik, resmi rakamların çok ötesinde bir gerçeklik olarak yayılıyor. Taşeronlaşma, güvencesizlik, esnek çalıştırma artık istisna değil, kural haline geldi. Kadınlar evde ve işte aynı anda sömürülüyor. Gençler geleceğini başka ülkelerde arıyor. Üniversite diploması geçim için değil, borç için alınıyor. Göçmenler ucuz emek olarak çalıştırılıyor, sermaye tarafından baskılanıyor. Doğa tahrip ediliyor, ormanlar kesiliyor, sular satılıyor, toprak betonlaşıyor.

 

Ama bu tabloya rağmen işçiler susmuyor. Madenlerde, tersanelerde, hastanelerde, fabrikalarda; kuryeler, sağlıkçılar, metal işçileri, depocular, mevsimlik tarım emekçileri… Her alanda ses yükseliyor. Grevler yapılıyor, direniş çadırları kuruluyor, yürüyüşler gerçekleşiyor. Bugün emek yalnızca üretimin değil, değişimin de merkezinde duruyor. 1 Mayıs işte bu kolektif sesin yankılandığı gündür.

 

1 Mayıs’a sahip çıkmak, bu düzenin düzelmesini beklemek değil, bu düzeni değiştirme iradesini taşımaktır.

Fabrikaların, madenlerin, toprakların patronlara değil halka ait olması gerektiğini haykıranların günüdür.

 

Çünkü biz:

 

Emeğin sömürülmediği,

Kadınların özgür yaşadığı,

Çocukların çalıştırılmadığı,

Gençliğin geleceğini kendi topraklarında kurduğu,

Sanatın ve bilimin özgürleştiği,

Üretim araçlarının halkın ellerinde olduğu bir düzen için yürüyoruz.

 

Bu dünya bir hayal değil.

Çürüyen bir düzene karşı yükselen iradenin ortak adıdır.

Ve bu irade her yıl 1 Mayıs’ta görünür olur.

 

Çünkü bu tarih alın teriyle yazıldı.Ve o terde, örgüt var. Bilinç var. Gelecek var.

 

Yaşasın 1 Mayıs!

Yaşasın işçi sınıfının enternasyonal birliği!

Kahrolsun sömürü düzeni!

Emeğin kızıl bayrağını yükselt!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum